Ülkemiz üç kıtanın birleştiği, boğazlar ile Ortadoğu’nun kalbine yakın bir yerde stratejik

                                               FALIH RIFKI İLE FİLİSTİN’DE YOLCULUK

            Ülkemiz üç kıtanın birleştiği, boğazlar ile Ortadoğu’nun kalbine yakın bir yerde stratejik özelliği dolayısıyla dünya ülkelerinin gözleri olan bizi karıştırmak için her yolu deneyen durumundadırlar. Yeni bir seçim sonrasında ortaya ilginç bir durum çıktı ama kimin umurunda.

            Ülkemiz medyasına bakıldığında insanın içini karartan haber ve sesli konuşmalar birbirini takip ediyor. Öyle ki bir yerden fısıldananlara kanıp öyle paylaşımlar yapılıyor ki insan ister istemez cevap verme ihtiyacı hissediyor. Özellikle son günlerin katliamları ile gündemimizden hiç düşmeyen Filistin ile ilgili bilgiler yanlışın ötesinde tam bir kötüleme ve karalama kampanyası gibi.

            Fes’te öyle konuşmalar yapılıyor ki 7. Kolordu Komutanı Mustafa Kemal İngiliz General Edmund Allenby ile anlaştığı ve İsrail devletinin temellerinin o zaman atıldığını öyle bir anlatıyor ki sormayın. Tarihi hiç bilmeyen birilerine söylettirildiği/ söylemlendirildiği bu konuşmaya İstiklal Savaşı’na karşılığından dolayı 150’likler listesinde olup ta sürgüne gönderilen Falih Rıfkı ile bir Filistin gezisi yapalım istedik.

            İttihat ve Terakki Partisi’nin ileri gelenlerinden Dördüncü Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın özel kalemi ve gazeteci olan Falih Rıfkı  (18 Kasım 1914- 27 Eylül 1917) Birinci  Savaş’ı sırasında Dördüncü Ordu karargahında görev yaptığı gibi sürgünde de buralarda yaşadı. Bu yazımızda yanlışı düzeltmekten başka amaç gütmüyoruz.

            Zeytindağı’nın tepesinden Lût Gölü’nü, Hicaz ve Yemen’i, arkasında Lübnan ile Süveyş Kanalı’nı görüyor. Bu arada Kudüs, Halep ve Şam’da geçmeyen tek şeyin Türk ve Türkçe olduğunu yaşayıp öğrendim. Gazeteci olmam hasebiyle bölgenin en önemli kilisesi olan Kemame’ye gittim. Kilisenin yapısı bir kenara hizmetlerini değişik cemaatlerin yaptığını, kilisenin anahtarını bir Müslüman hocaya veriyorlar. Öyle ki ticaret, endüstri, çiftçilik her şey Arapların ya da başka devletlerin. Tek şey bize ait o da jandarmalık yapmak.

                İşin tuhaf bir yanı ne yazık ki halkımız tarafından bilinmeyen ya da bilinse bile tam açıklanmayan Osmanlı saltanatının som bürokrat iken, bürokrasisi bile tam-Arap; yahut yarı-Arap’tır.( Aynı Büyük Selçuklu Devletinde olduğu gibi) Türkleşmiş hiç Arap görmedim. Araplaşmamış Türk’e az rast geliyordum. İşin diğer bir yanı da Arap milliyetçiliği güden Şamlı Azimzadeler, Konya’dan gelme Kemik Hüseyin’in torunları idi. Osmanlı İmparatorluğu’nda itibar azınlığa olduğu için ve Türk unsuru imtiyazsız olduğu için herhangi bir Müslüman azınlığın çocuğu olmak, Türk olmaktan daha faydalı idi.

            -Suriye, Filistin ve Hicaz’da Türk müsünüz? Sorusuna

             -Estağfurullah!  Cevabını duyarsınız.

             Bu saydığım yerlerde Osmanlı ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi. Gezdiğim Kudüs’ün en güzel yapıları Almanların, ikinci derece yapıların ise Ruslara ait olduğu, diğerleri ise Fransız, İngilizlerin olduğu görülür. Gezim sırasında Filistin ve Kanal harekatı için Adana’dan beri yayan yürüyen üç binin üstünde zayıf, solgun ve üstü başı yıpranmış Türk çocuğu yorgun argın önümüzden geçtiler ki o an ki duygularımı yazmam mümkün değil.

            İstanbul’dan Mısır’ı fethe çıkan İttihat Terakki’ni Cemal Paşa’sı Kudüs’te, Şam’da, Lübnan’da, Beyrut’ta ve Halep’te işgal orduları komutanı gibiydi.  Dördüncü ordu bölgesinde bulunan Havran Dürzileri Osmanlıya hiç isyan etmediler. Çünkü kabileler ve şeyhleri( öz kardeşler bile) bir birleriyle dost değildi. Harp zamanında millete verilmeyen altınlar Havran Dürzilerinden hiç esirgenmedi.

            Halep’ten Aden’e( Yemen) kadar o koca memlekette Arap meselesi var demeyin. Tek şey vardı. O da Türk düşmanlığı hissi. Müslüman Araplarda halifelik peşinde koşanlar yanında, Hıristiyanlar Türk düşmanı iken, en iyi idare Osmanlı idaresi fikrinde birleşiyorlardı. Özellikle Maruni patriği, Fransız himayesinde Osmanlı idaresinde rahat yaşamak arzusundaydı.

            Bölgeye göz attığımızda Suriye’de Hıristiyanlık, Müslümanlık, Filistin’de Araplık, Yahudilik, Hicaz’da Şeriflik, Vehabilik meseleleri bizzat Türk-Arap meselesinden daha azılı idi. Batılılar yardımı ve Araplar sayesinde biz bölgeden büyük kayıplar vererek çıktık. Nifak bütün Akdeniz, Kızıldeniz ve Çöller boyunca yanıp durmaktadır. Bu arada şunu da paylaşmadan edemedim. Filistin’de Yahudiler adeta gizli hükümet kurmuşlar. Bayrakları ve postaları bile var.

            Kudüs deyince Hıristiyanlığın çıkışı hatırlanır. Fakat ne Kudüs’te ne de Filistin’de böyle bir mesele yok. Kudüs’ün Hıristiyanlığı, Ortodoks Petersburg( Rusya), Protestan Berlin (Almanya) ,dinsiz Paris( Fransa), Katolik Roma (İtalya) ve Anglikan Londra’nın ( İngiltere) politika meselesidir.

            Kudüs’ün yerli meselesi, Yahudi- Arap meselesi: Bir avuç Yahudi, altı yüz bin Arap! Yafa’dan Kudüs’e kadar Filistin’i dolaşın, Kasaba köyler Yahudi eseri gibidir. İngiliz Yahudi’si muhtarlık eder. Müslüman Araplar ise, gündelikçi olarak bu efendilerin hizmetindedirler. Üzüm suyunu Arap gündelikçi sıkar ve şarabı semiz Yahudi içer.  Yahudiler Filistin’de bahçe ve köşklerde rahat yaşarlar.

            Filistin’de bütün diller( Almanca, İngilizce ve Fransızca ) konuşulur. Yalnız Yahudi dili İbranice ve Devletin dili olan Türkçe ve çoğunluğun dili olan Arapça ile anlaşılmaz.

            Biz dönelim Cemal Paşa’nın karargahına:  Yerli ve yabancı uzmanlar hiç eksik olmazdı. Berlin müzeleri müdürü Prof. Veygand’dan tutunda Roma Akademisi üyesi Prof. Çüfher bile vardı. Savaştan sonra Osmanlıyı sömürgeleştirmeyi düşünen Almanlar en kuvvetli adamlarını yedeksubay olarak aramıza göndermenin yanında Anadolu ve Suriye ile Filistin’i en iyi onlar incelemişlerdir.

             Suriye ve Filistin’e Almanların niçin bu kadar önem vermiş olduğunu Berlin politikacıları kadar bizde biliyorduk ama yapacak bir şeyimiz yok gibiydi. Kanal’ ilk giden Alman Fon Kress idi.  General Fon Falkenhein Halep’te toplana ordularla Bağdat’ı almaya çalışacaktı mümkün olmayacağı için Filistin cephesine verdiler. Yine Filistin cephesini Cemal Paşa’sız General Liman Fon Sanders komuta etmiştir.

            Bu arada elimize geçen bir İngiliz gazetesi Filistin’e giden Falkenhein için karaya  düşmüş bir balıma balığına benziyor diye haber yapmasın mı? ( araştırdım Times gazetesi idi.)

            İstanbul’a dönüyorduk. Trenimiz Lübnan, Suriye, Kudüs, Şam ve Çölleri geride bırakarak harap Anadolu topraklarına giriyordu. Hangi istasyon hatırlamıyorum. Bir kadın durmuş, duran tren yolcularına :

            Benim Ahmet’i gördünüz mü? Diyordu.

Eliyle İstanbul yolunun aksi yönünü göstererek soruyordu.

O taraf acaba Aden mi, Medine mi, Kanal ya da Bağdat mı?

-Ahmet’i mi  gördün mü?

            İşte burada kafamıza bir sor u takılıyor? Binlerce Ahmet ve Mehmet’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı onların analarına anlatabilsek.. Fakat biz Ahmet ve Mehmetleri İttihat ve Terakki liderlerinin kumarında kaybettik.

            Filistin’i birde böyle değerlendirelim yazımızda neseplerini verdiğimiz Liman Fon Sanders, Falkenhein ve Fon Kress’lerin idare ettiği ve Nili casuslarının Cemal Paşa Karargahından elde ettikleri su kuyuları bilgileri sonrasında yenildiğimizi iyi bilmeliyiz. Anadolu’ya doğru gelen İngiliz selini Halep’i aşağısında 7. Kol orduyu kumanda eden M.Kemal durdurmuş ve Misaki Milli sınırları buradan geçmiştir.

            1938 yılında çıkan aftan yaralanarak yurda döndüm. Eleştirdiğim kişilerin ne kadar vatan seven insanlar olduğunu ve yaptıkları hizmetleri o zaman anlatım. Gençlerimize bunlar düzgün bir şekilde anlatılmalı ve kitaplara yazılmalıdır.

                                                                         Derleyen İbrahim Ayan