İnsan bulunduğu yerde en çok ait olma duygusunu yaşamak ister belki de. Aidiyet

Bizi Aldatan Bizden Değildir

İnsan bulunduğu yerde en çok ait olma duygusunu yaşamak ister belki de. Aidiyet duygusundan mahrum kalmak, insanı yalnızlığa ve bunalıma itebilir. Bu dünyada “hemşerim, sülalem, ailem” vb. söylemler hep aidiyet ifadeleri arasındadır. Din bağlamında da Müslüman kimliği, ümmet kimliği birer aidiyet ifadeleridir. Ama kişi yaptıkları veya yapmadıkları şeyler sebebiyle kendisi farkında dahi olmadan o ait olduğu alandan çıkabilir. Bugün böyle bir konu üzerinde durmak istedim. Aldatmak ve sonrasında gelen ümmet olma vasfını kaybetme durumu.

Allah’ın emrettiği kural ve kaidelere dikkat edildiği zaman kişinin hem kendi hayatı hem de muhatap olduğu kişilerin hayatı düzenli olacaktır. İnsanın dini referanslardan uzak durması hem kendi hayatını hem de çevresindekilerin hayatını olumsuz etkileyecektir. Bu sebeple her Müslüman, dini kuralları hayatının merkezine almak zorundadır. Din, hayatın merkezinde olmadığında ise kargaşa ve kaos oluşması kaçınılmazdır.

Şimdi temel bir kuralı hatırlayalım: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hud 12/112) Rivayete göre bu ayetin Hz. Peygamber (sav)’i yaşlandırdığı bildirilir. Bir peygamberi yaşlandıracak kadar ağır bir mevzu. İnsana yaşarken doğru dürüst olması emredilmiştir. Bu farz, insan hayatında özellikle insan ilişkilerinde oldukça önemli bir emirdir. Bundan dolayı bu emri hayatta yok saymak insanı ve onun ilişkilerini olumsuz etkileyecektir.

Hayatta dürüstlüğe dair dini referanslar oldukça fazladır. Doğruluk ve dürüstlük, insan ilişkilerinde oldukça önemli bir konudur. Bu sebeple doğruluk ve dürüstlük olmadıkça hayat da zindan hale gelir.

İnsan neden doğruluktan ayrılır veya insan neden başka bir insanı aldatır? İçerisinde maddi veya manevi menfaat vardır diyebilir miyiz? Herkes istediği takdirde herkesi sözle, fiille ve davranışla yani sahip olduğu her türlü nimetle kandırır. Bu durumda başkasını kandırdığını zanneden aslında kendisini kandırmış olur.

İman bakımından insanlar farklı farklıdır. İman, insanın doğru dürüst veya aldatıcı olmasından önemli bir unsurdur. Şu ayet buna bir delildir: “Bunlar Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.” (Bakara 2/9)

Aldatmak, sözle olur. Kendisine verilen sözleri yalan çıktığında veya yerine getirilmediğinde gerçekleşir. Aldatmak, kişinin güvenini sarsar. Bu sebeple yapılması mümkün olmayan işlere dair “yaparım, ederim” demek de aldatmanın bizzat kendisidir. Herkes, sahip olduğu şeyler kadar aldatır veya kandırır. Başka bir ifade ile aldatmak veya kandırmak isteyen, kendi gücü kadar bunu yapar. Esnaf, çiftçi, memur, ev hanımı, çocuk herkes muhatabı nispetinde kandırmaya veya aldatmaya meyilli olur. Önemli olan buna niyet etmiş olmasıdır. “Ben ona şöyle söylerim öyle olmasa da”, “ben böyle derim sen merak etme”, “ben böyle yaparım hallederim”, “almış gibi yaparız”, “varmış gibi görün” vb. söylemler kandırmaya niyet edenlerden sıklıkla hasıl olur. Bir mümin şunu asla unutmalıdır ki, “Müslümanlar arasında aldatma olamaz! Bizi aldatan, bizden değildir!” buyurur Hz. Peygamber (sav). (Darimî, Büyu’, 10) ait olma demiştim ya işte tam da burada karşımıza çıkıyor. Kişiye ümmet olma vasfını yitirten şey, bizatihi kendi yaptığı aldatma eyleminden başkası değildir.

Aldatmadan uzak olan kişinin özde ve sözde samimiyeti elden bırakmaması gerektiğinin farkına varması gerekir. Aldatma ve samimiyet, aynı kişide aynı anda bulunmaz bulunamaz. Hz. Enes’e Hz. Peygamber şöyle nasihat ediyor: Yavrucuğum! Kalbinde herhangi birine karşı bir aldatma (samimiyetsizlik) bulunmadan sabahlayabilecek ya da akşamlayabileceksen, bunu yap! Yavrucuğum! İşte bu benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimi yaşatırsa, beni sevmiş demektir. Kim de beni severse, cennette benimle birlikte olur.” (Tirmizî, İlim, 16)

Hz. Peygamber (sav)’in gözü önünde cereyan eden şu hadise aldatmanın dereceseni bizlere göstermesi açısından önemlidir. Abdullah b. Amr anlatıyor: “Bir gün Resûlullah (sav) evimize ziyarete gelmişti. Ben henüz küçücük bir çocuktum. O otururken ben oyun oynamak için dışarı çıkmak istemiştim. Bu sırada annem, “Abdullah! Yanıma gel. Bak sana ne vereceğim!” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sav), “Çocuğa ne vereceksin?” diye sordu. Annem, “Ona hurma vereceğim.” deyince, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Eğer çocuğa bir şey vermeseydin, bu söz (amel defterine) bir yalan olarak yazılacaktı.” (İbn Hanbel, III, 447) O zaman küçük çocuğu susturmak için söylenilen sözler dahi aldatmak-kandırmak olurken insanın aklı başında ve sorumluluk sahibi kişileri kandırmasının anlamı ne oluyor acaba?

Şu ayet, sözle kandırmadan uzak durulması konusunda Müslümanlar için bir düstur olmak zorundadır. Bu sağlanılmadığı takdirde kandırma ve aldatma kaçınılmaz olacaktır. “Ey İman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemek Allah katında (çok çirkin bir davranıştır) büyük bir günahtır.” (Saff 61/1-2) Kişi kandırırken ve aldırtırken Allah’ın gördüğünü, bildiğini, işittiğini aklından çıkardığı için kişinin görüp görmemesini, duyup duymamasını dikkate alarak bu eyleme girişiyor. Allah’ın biliyor görüyor olması bir Müslüman için yetmez mi ki? “Senin Rabbin her şeyi görmektedir.” Bu ayet, insanın hem kendisiyle hem de diğer insanlarla ve varlıklarla ilişkisinde mihenk taşı durumunda olmadıkça insandan her söz ve davranış beklenecektir. Allah’ın şahit olması insanın kendi hayatını düzenlemesi için yetmez mi?

O halde aldatmak veya kandırma durumlarına düşmemek için müminin ferasetiyle hareket etmesi gerektiğini aklından çıkarmaması gerekir. Şunu unutmamak gerekir ki; “Mümin, aynı delikten iki defa sokulmaz.” (Buhârî, Edeb, 83) Sizi aldatanlara ikinci bir fırsat vermek de Müslümana yakışmayan bir iştir. O halde aldatmak da aldatılmak da Müslüman için uygun ve doğru değildir. Daha da ötesi Müslümanlığa ait olmaktan mahrum bırakan bir eylemdir. İnsan nereye ait olmak istediğine kendisi karar vererek hayatını yaşamakla mükelleftir.