Türk Ordusu dünyada bilinen en eski askeri güçtür. TSK yıllarca ordu- millet olma vasfını

                                                         GELİŞEN OLAYLAR VE ORDUMUZ

                Türk Ordusu dünyada bilinen en eski askeri güçtür. TSK yıllarca ordu- millet olma vasfını  kendi kültürünün önemli bir parçası olarak görmüş ve milleti ile anlamlı bir gönül bağı kurmuştur. Bunda Cumhuriyeti kuranların silahlı kuvvetler mensubu olmalarının da etkisi büyüktür. Ordumuz emperyal dünyada milletimizi siyasi ve coğrafi bütünlüğü içinde koruyacak yegane güçtür.

                Dünyamızda bugünün karışık olaylarını anlayabilmek için 1800’lü yıllara bakmak ve o dönemin siyasal ve sosyal olaylarını iyi değerlendirmek zorundayız. 1850’lere gelindiğinde dünyamızda bir Rus yayılmacılığı görülür. Buna karşın İngilizler Protestan, Fransızlar Katolik Birliği amacıyla Avrupa’da bir Hristiyan birliği oluştururlar. Avrupalılar, Osmanlı içinde İslam Birliğini temsil etmesi görüşünü benimserler. Zayıflamış kendini Avrupa devletlerinin korumasına bırakmış devlet. Bu strateji neticesinde Rusların Sinop’ saldırması üzerine “ Avrupa, senin için öldüler” yazılı madalya basılmıştır. Yine Kırım Savaşı’ndan sonra da “senin için savaştık, senin için kazandık “ madalyası basılmıştır.(X) Bütün bunlar Avrupalıların bizi kabul etmesi için yapılanlardır. Ancak emperyallerin dost görünüp yapmak istediklerini gizlemesini ne yazık ki Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlının yıkılışı ile anladık.( tam anlamamışız.)

                İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD-Avrupa 1850’lerdeki politikalarını hayata geçirmek için yeşil kuşak teorisini ortaya attılar. 1931 yılında Cemiyet-i Akvam kuruldu. Davet ettiler, girmedik. 1940 yılına gelindiğinde ABD, Türkiye’nin Arap Dünyasına (İslam) liderlik konusunu masaya yatırdı. 1952’de NATO’ya girmemiz Batı’nın fikir dünyasında Türkiye’nin liderliğinde bir İslam dünyası kurmak fikrini kamçılıyordu.

                Türkiye’nin ABD ile ilişkileri 1958’lerde istenilen seviyeye gelmeyince Adnan Menderes hükümeti, Sovyetler Birliği’ne yakınlaşmaya başlaması 27 Mayıs 1960 darbesini getirdi. Ülkedeki bazı aydınlar 1961 anayasasını darbe döneminde yapılarak ülkenin bir anayasasına sahip oldu deseler de TSK’nin siyasete aktif müdahale etme alışkanlığını kazandığını da söylemek mümkün. Nitekim 1962-1963 de iki darbe teşebbüsü gerçekleşti. O günlerin gazetelerinde “ Komünizme hayır, Faşizme evet” “ Kızılları boğma vakti geldi” “ Namaza davet cihata hazırlanın, Komünizme karşı silahlanın” başlıkları ile Genelkurmay Başkanını göreve çağıran manşetlerle çıkıyordu. Tam bir yeşil kuşak düşüncesi yansıtılıyordu.

                Sol örgüt ve derneklerde boş durmuyordu. 6’ncı Filo’nun İstanbul’a gelişi protesto edilerek Kanlı Pazar’ı yaşatıyorlardı. Üniversitelerde olaylar birbirini takip ediyordu. Dönemin Cumhurbaşkanı Sunay “Biz laik okullarda anarşist yetiştiriyoruz.” Diyebiliyordu. 12 Mart1971 Muhtırası veriliyor; ama olaylar tırmanıyordu. 12 Eylül 1980 darbesine kadar devam etti. Terör olayları bir müddet kesildi. 1984 yılında PKK’nın Şemdinli ve Eruh baskınları gerçekleşti.( Önceleri Ermeni Asala vardı.) Artık Türkiye için baş belası PKK mücadelesi başlamıştı. Binlerce insanımız ve milyar dolarlarımız yok olup gidecekti. Ne yazık ki bu güne kadar siyasilerimiz PKK’nın arkasında ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinin olduğunu ve isimlerini bir türlü açıkça dile getiremediler.

                Küresel güçler, İslam coğrafyasını işgal etmek için yüz yıldır bölgeyi manipüle ediyorlar. Acı da olsa bazı gerçekleri kabul etmeliyiz. 57 İslam ülkesi var. Bunların 34’ü çok fakir. Zenginler ile fakirler arasında asimetrik mücadele devam ediyor. Yine belirtelim ki İslam ülkelerinin Müslümanlık algılamaları da çok farklı. Dini okumadıkları için çok çabuk manipüle ediliyorlar. Bunun en güzel örneğini Osmanlı 1900’lere kadar Vahabiliği İslam dışı kabul etmiş, son dönemde İŞİD ve cıhat örgütleri( Allahü Ekber deyip diğer bir Müslümanın kafasını koparabiliyor.)

                Gelelim bu değerlendirmeler ışığında asıl konumuza: 12 Eylül 1980’den sonra gelen iktidarlar Türk- İslam sentezi diye cemaatlere özgürce yayılma imkanı sağladılar. 1986 yılında Fethullah Gülen, Burdur’da yakalandı ama arama emri olmadığı gerekçesi ile İzmir’de serbest bırakıldı. 1984 yılında başlayan ışık evleri, dershaneler ve okullar ile insanımızın gözünü boyadılar. Diğer yandan öncelikle askeri liseler, Harp okulları, Harp Akademileri ve KPSS sınav sorularını çalarak hem ordu hem de devlet içinde hain yapılanmaya başladılar.

                28 Şubat 1997 siyasi müdahalesi sonrasında FETÖ hareketi güçlendi. 2002 yılına kadar devam eden koalisyonlar döneminde siyasiler ne yazı ki harekete karşı sessiz kaldılar. AKP iktidarı ile FETÖ’nün sivil ve askeri yapılanması hızlandı. Sonuçta 15 Temmuz 2016 kalkışması ile TSK çok yönlü yara aldı. Buraya FETÖ yapılanması nasıl geldi. Buna da bakmak gerekir. 2004 yılında Graham Füller’in bir makalesinde “ bir Arap- İslam devleti arayışı olduğunu, bunun liderinin Fethullah Gülen olabileceğini; ancak şartlar değiştiği için Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’ın bu amaç için düşünüldüğünü öğreniyoruz.(1)

                15 Temmuz 2016 günü Graham Füller’in Türkiye’de ne işi vardı? Dick Cheney’in 15 Haziran’da yayınladığı makalede “Türkiye çökmüş bir devlet statüsündedir. AB ve ABD stratejimizin gözden geçirilmesi hayatidir..” ifadelerini kullanabiliyor. Yine 15 Temmuz sonrası Foreing Police dergisinde çıkan yazının bir bölümü bize fikir verebilecek nitelikte.” TSK ile Emniyeti karşı karşıya getirilerek bir iç savaş yaşanması istendi. Çünkü BM bu sonuçta müdahale kararı alabilirdi. Böylece bölünmüş bir Türkiye ortaya çıkardı.”

                Son birkaç yıldır TSK üzerine oynana oyunlara gelince gazeteler yansıyan Teğmenler. Harp Okullarına alınan öğrenci seçimleri ve seçilenlerin cemaatlerle bağlantıları ne yazık ki siyasilerin gündemine ya gelmiyor ya da es geçiyorlar. Hele bir türlü açılmayan askeri hastaneler ile askeri liseler ordumuzun geleceği hakkında insanımızı karamsarlığa düşürüyor. Özellikle Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Üçüncü Dünya Savaşı  söyleminden sonra gözler ordumuza çevriliyor.

                Sonuç olarak BOP’un hala devam ettiği, İsrail’in bölgeyi Kan gölüne çevirdiği, Ukrayna- Rusya savaşının devam ettiği bir dönemde ortaya çıkan ülkemizdeki sığınmacıların yaptıkları da göz önüne alınınca orduya sahip çıkmak vatana sahip çıkmaktır. Saygılarımla

                                                                                                                                              İbrahim AYAN

Kaynak:

1-Aytaç Yalman Sırtından Hançerlenen Kahraman Ordum. Aktif yay. S.27 İstanbul

X-  ( Bu günde Avrupa’nın huzuru için göçmenleri Türkiye’de tutuyoruz diyen Binali Yıldırım ve Cumhurbaşkanımızın sözlerinin Osmanlı’dan ders alınmadığının göstergesi olsa gerek.)